30 Mayıs 2014 Cuma

Kocamın Bıraktığı Yerden



          -“Off, çok kalabalık aşkım, buna binmesek olmaz mı?” diye mırıldandım hoşnutsuzlukla… Durağa yaklaşan koca körüklü otobüs ağzına kadar doluydu ve durakta bekleyen bizler de bir hayli kalabalıktık. Kocam belimden tutup beni otobüsün kapısına doğru itmeye başlamıştı bile…


          -“Aşkım, bunu da kaçırırsak yarım saat geç kalırım bankaya… Mutlaka binmemiz lazım… Hadi sık dişini onbeş dakika…” Kulağıma eğildi sonra, “Arkanda ben varım, merak etme…” dedi.


          Başımı çevirip kocama baktım. Şeytanca, yarım bir gülümseme vardı dudaklarında… Elimde olmadan ben de güldüm. Evlendikten sonra arabamızı alana kadar bir yıl boyunca otobüsle gidip gelmiştik işlerimize… Bir sürü otobüs hatırası biriktirmiştik o dönemde… Kalabalığın içinde bana dayanan kocamın boynumdaki nefesi… Arkamdaki sertliği… Yeni evli olmanın azgınlığıyla eve kadar zor dayanışlarımız…


          İri memelerim, kalçalarım ve güzelliğimle dikkat çekiyordum hep… Sekreter olarak çalıştığım doktor muayenahanesinde işim gereği giydiğim mini etekler de tuzu biberi oluyordu. Bazen kalabalığın içinde ayrı düştüğümüzde kocamı fark etmeyen fordçular bana yaslanırlar, sırnaşıp dururlardı. Arkamdaki herif sürtünüp dururken aramızdaki üç dört kişinin arkasından kocamla göz göze bakışır, inene kadar ikimiz de sesimizi çıkarmazdık. Öyle tahrik olurduk ki ikimiz de, otobüsten inip evin asansörüne zor atardık kendimizi. Daha eve girmeden asansörde başlayan sevişmelerimiz, evin holünde, sonra da yatakta devam ederdi. Öyle çılgınlıklar yaptık ki, anlatamam…


          Arabayı aldıktan sonra rahatlığına alışmış, o otobüslerde sevişme öncesi aperatiflerini unutmuştuk. Kocamın da hızı kesilmişti. Yeni evli değildik artık… Birbirimizin vücudunu, tepkilerimizi ezberlemiştik beş yılın sonunda, rutine bağlanmıştı sevişme olayları…  Bir de bunun üstüne kocamın bankada yaşadığı strese bağladığı bir sertleşmeme sorunu baş göstermişti. Eskisi gibi sevişemiyorduk.


         Bugünse arabamız yoktu. Aldığım yeni ehliyetimle kendime çok güvendiğimden çarpmıştım arabamızı ve iki hafta serviste kalacaktı. Kaza nedeniyle kendimi suçlu hissettiğimden kocam ne derse ses çıkarmadan ona uyuyordum. Otobüse binilecek, bin… Metroya inilecek, in…


         Üzerimdeki tiril tiril dekolte bluzum, dizimin bir karış üstünde mini etekle, on santimlik yüksek topuklularımla bu sardalya kutusuna binmek, kalabalığın içine kendimi ite kaka monte etmek zorundaydım. Bereket sabahtı daha… İnsanlar, en azından bir çoğu, duşlarını almışlardı. Bir de bunun akşam dönüşü vardı. Bütün gün terlemiş, bedenlerinden, koltuk altlarından leş gibi ter kokusu salgılayan kalabalığın içinde yolculuk aklıma gelince ürperdim.



         Duş deyince aklıma sabah geldi. Ben duştayken kocam gelmişti yanıma… Geç kalmıştık, ikimiz de duş yapmak zorundaydık. Duşun ılık suyunun altında köpüklü ıslak vücudumu görüp bir iki okşayınca penisi sertleşmiş, o hasret kaldığım kazığını kaygan bedenimde dolaştırmaya, elleri koca memelerimi, uçlarını okşamaya başlamıştı. Ama maalesef hiç vaktimiz yoktu. Ne sevişmeye, ne kahvaltıya… Elimle itip istemeye istemeye, zorla ayrılmıştım kocamın sikinden… İştahımızı akşama saklamak zorundaydık, o da bu sertlik devam ederse… Aceleyle giyinip makyajımı yaptığımda o kapının önünde beni bekliyordu sabırsızlıkla…



         Şimdi yine arkamda o sertlik vardı. İte kaka güç bela binebildiğimiz otobüste arkamda duran kocam bana sımsıkı yapışmıştı. Otobüs sallandıkça sertliği kalçalarıma sürtünüp duruyordu. Ben de daha çok azdırmak için kalçamı ona doğru itiyor, daha çok delirtiyordum herifi… Kulağıma eğildi, eli kalçamı okşarken


         -“Çok kalabalıkmış…” dedi. Ben de elimi arkaya attım, pantolonun üzerinden sertliğini avucumda hissetmeye çalışırken, kısılmış sesimle,


         -“Evet” dedim. “Rahatsız etmeye başladılar bile…” Kocam ben sikini avuçlayınca kıvrandı arkamda,


         -“Rahat dur orospu…” dedi. “Pantolonumu berbat edeceksin şimdi…”  


         Aldırmadan devam ettim okşamaya… Ama onun ineceği durağa yaklaşmıştık. Arkamdan çekildi, beni boynumdan öpüp kapıya yaklaşmaya başladı. En az onun kadar azmıştım ben de… Amımın sulandığını, külodumun ıslandığını hissediyordum. Sabah duştaki yarım kalan olay, şimdi de bu… Öylesine sevişmek istiyordu ki canım… Dudaklarımı ısırıp gözlerimi yumdum. Oh, şu anda elimi eteğimin altına atıp kızışmış kadınlığımı okşayabilseydim, kan hücum etmiş vajinama bir erkeğin sertliğini alabilseydim… Neler vermezdim ki…


         Otobüs hareket etti, kocam aşağıdan bana bir el sallayıp yürümeye başlamıştı. Onunla birlikte inen birkaç kişiden boşalan etrafımdaki yerler hemen dolmuştu. Otobüsteki kalabalık azalacağına tam aksine her duraktan yeni yolcular alıyor, sıkışıklık daha da artıyordu. Trafik artmış, yolcularla kavga eden sinirli şoförün otobüsü sert hareketlerle sürmesi yüzünden insanlar birbirinin üstüne yığılıyor, tek bir organizma gibi aynı yönde yalpalıyor, birbirimize çarpıp duruyorduk. Elimdeki çanta nedeniyle tek elimle tutunduğumdan dengemi zor sağlayabiliyordum.


         Doğal olarak her sallanışımda arkamda beliren adamın kucağına iyice yerleşmeye başlamıştım. Az önce kalçalarıma sürtünen ve beni uyaran, amımın ıslanmasına sebep olan kocamın sertliğinin yerini bir başkası almıştı şimdi… Başımı çevirip yüzüne baktım sertçe… Off… Çok yakışıklıydı piç… Kömür karası saçları düzgün taranmış, simsiyah kaşlar, kirpikler, masmavi gözler, göze hoş gelen, insanın içinde elni uzatıp okşama isteği uyandıran kirli sakalı, etli kırmızı dudakları… Bir şey söylemeden önüme döndüm.


        Islak ve kızışmış amım yine aynı zevki almaya başlamıştı. Ama bu seferki farklıydı. Eteğimi delecek gibi bastırıyordu arkama… Ses çıkaramadım. Seslensem adamın bahanesi hazırdı, kalabalık… Zaten benim de seslenmeye niyetim yoktu ki… Tam aksine, arkamdaki yakışıklının yaptıkları hoşuma gidiyor, zevk alıyordum.


        Adam da bunu anlamış olmalıydı, baskısını sürekli arttırıyor, sopasını sürtüp duruyordu arkama… Bu yetmezmiş gibi tüm bedeniyle yapışıp sıcak nefesini boynumda hissettirmeye başlamaz mı? En tahrik olduğum yerim… Saçlarımı topuz yapmıştım, ensem açıktaydı ve sıcak nefes ensemde, boynumda dolaştıkça ben için için eriyordum.   


        Tam o anda cebim çalmaya başladı. Aldırmadım önce… Zaten zor duruyordum, telefona nasıl yanıt verecektim. Ama ısrarla çalmaya devam edince zor bela çantamdan çıkardım telefonu… Arayan doktordu. Tek elimle sarsılan otobüste tutunmaya çalışırken telefona cevap verdim. Dikkatimi telefona verdiğimden artık iyice arkamdakinin kucağına yaslanmak zorunda kalmıştım, iç içe yapışmış iki kaşık gibiydik.


        -“Gül, ben acilen İstanbul’a gidiyorum. Bir hasta için çağırdılar. Sen iki günlük randevularımı erteleyip durumu ayarlar mısın lütfen?” dedi. Çok tanınan, aranan biriydi profesör… Öyle yoğun çalışıyordu ki… Karşıyaka sahildeki muayenehanesi hastalarla dolar, her yerden hastaları gelirdi. Beni severdi. Güzel olduğumu, göze hitap ettiğimi, insan ilişkilerimi, idare ediş tarzımı beğendiğini söyler, iltifatlara boğardı hep… Uzun süredir yanında çalışıyordum.


         Biraz daha konuşup telefonu kapattım. Benimki o sırada cüretini arttırmış, eli çoraplı bacaklarımda dolaşıyordu. Sanırım telefonda konuştuklarımızı da dinlemişti. Öyle yakın duruyordu ki bana… Tam yine gözlerimi kapatıp arkama dayanan sertliğin, bacaklarımı okşayan ellerin zevkini çıkaracaktım ki ineceğim durağa geldiğimizi fark ettim. Otobüs durdu. İstemeye istemeye fordçumu bırakıp kalabalığı yararak kapıya ilerledim. Zevkim yarım kalmış, içimden tam telefon edecek zamanı buldu diye doktora küfürler savuruyordum.


         Otobüsten indiğimde son bir kez o yakışıklı yüzünü görebilmek için baktım, benimkini göremedim. Kalabalığın içinde nasıl göreceğim diye iç geçirip vapur iskelesine yöneldim. Acelem yoktu. Doktor gelmeyecekti nasılsa… Vapurun yanaşmasını beklerken yine kalabalıktı bekleme salonu… Kapı açılıp yolcuları almaya başladıklarında yine birhengame, itiş kakış, ilerlemeye başladık. Ben dalgın ve telaşlı vapura binmeye çalışırken kalabalığın içinde iki elin belimi tuttuğunu fark ettim. Hızla başımı çevirdim. Oydu. Yine… Beni korur gibi arkama geçmiş, arsızca, bana sormadan etraftaki kalabalıktan koruyordu beni… Tısladım,


         -“Senin başka işin yok mu? Bırakır mısın beni?” dedim. Bembeyaz, düzgün dişleri parladı yüzünde… Siyah bıyıklarının, kirli sakalın ortasında iyice göze batıyordu beyazlıkları… Masmavi gözlerinin içi gülüyordu bana bakarken…


         -“Hayır, benim başka işim yok…” dedi kalın, erkek sesi içimi titretti. İlk kez duyuyordum, sesinden önce başka şeyleriyle tanışmıştım. “Bugünkü işlerimi iptal ettim. Bugün işim sensin…” dedi yüzsüzce, kendinden emin bir tavırla… “Çok zevkli bir yolculuktu. Senin de hoşuna gitti, biliyorum, inkar etme…” Hızla başımı öne çevirdim. Haklıydı, hoşuma gitmişti.


         O arada vapura girmiştik. Her zaman olduğu gibi ikinci kata yöneldim. Merdivenleri çıkarken arkamdan geliyordu. Mini eteğimden bacaklarımı seyrettiğine emindim. Onun bu yapışkanlığı, yüzsüzlüğü beni sinirlendireceğine iyice baştan çıkmaya başlamıştım. Hoşuma gidiyordu arkamdan gelip durması, beni istemesi, beni beğenmesi… Tahrik oluyordum. Emindim ki, bu güzel, yakışıklı yüzün sahibinden bana kötülük gelmezdi.


         Merdivenleri o arkamda çıkıp ikinci kattaki üstü açık bölüme yürürken kalçalarımı iyice kıvırmaya, kloş mini eteğimi iki yana savurtmaya başladım. En uçtaki sıraya oturdum, o da yanıbaşıma… Sıyrılan mini eteğimi çekiştirip olabildiğince düzeltmeye çalıştım. Jartiyer çorabımın dantelleri görünüyor mu diye kontrol ettim. Bir süre sessizce oturduk iki yabancı yol arkadaşı… Etrafıma bakındım tanıdık biri var mı diye… Herkes kendi aleminde, sabah mahmurluğu içindeydi. Yan döndü bana doğru, o mavi gözleri bana bakıyordu,


         -“Özür dilerim, demin kabalık ettim, seni kızdırdım sanırım.” dedi. “Adım Selim.” Gayrı ihtiyari, hiç mecbur olmadığım halde yanıtlayıverdim onu,


         -“Ben de Gül…” dedim. Sonra niye ismimi söyledim diye kendime kızdım, sustum. Sessiz kaldık bir süre… Yan gözle baktım, gözleri üstümde, bedenimde, bacaklarımda dolaşıyordu sürekli… Dayanamadım,


         -“Bak… Selim… Ben evli bir kadınım…” diye başladım, sözümü kesti.


         -“Biliyorum. Otobüste gördüm sizi… Öyle güzelsin ki… Kalabalığın içinde güneş gibi parladın, günümü aydınlattın. Yanınızdaydım. Göz ucuyla eşinle ayak üstü sevişmenizi, oynaşmanızı seyrettim… Eşin inince fırsat bildim, dayanamayıp onun yerine ben geçtim…”


         -“Orasını ben de biliyorum. Fark ettim…” dedim. Aklıma arkama dayanan sertliği gelince yanaklarım kızarmıştı. Neyi fark ettiğimi o da anlamıştı, gülümsedi. Genç kız gibi utandım söylediğime…


         -“Eh, fark edilmeyecek gibi değil derler bayan arkadaşlarım… Pek beğenirler…”


         -“Onları bilmem ama, sen de pek kendini beğeniyorsun sanırım…” Elini uzatıp elimi tuttu. Ateş gibi yanıyordu eli… Kaçırmak istedim bırakmadı. En öndeydik, bakacak görecek kimse yoktu. Elimi zorla tutup kendi önüne götürdü çantamın altından… Pantolonun üstünden sertliğine değdirdi. Sanki elektrik çarpmış gibi oldum, kasıklarım ateş gibi yanıyordu. Ürperdim. Elimi çekmeye çalıştım. Dişlerimin arasından,


         -“Bırak elimi…” diye fısıldayabildim. Yanaklarım al al olmuştu. “Yüzsüzlüğün, arsızlığın bu kadarına da pes…! Bırakır mısın lütfen…”


         Bırakmadı, aksine diğer kolunu omzuma atıp sımsıkı yanaştı, elimi kucağına daha da bastırdı. Otobüste eteğimin üstünden kalçamı okşayan, delecek gibi bastırıp sürten sertlik avucumun içindeydi. Yanımızdan martılara simit atan bir iki çocuk geçti. Yanlarında anne babaları… Fırsatını bulup vapurda oynaşan, sevişen iki sevgiliydik onların gözünde… Vapur sevişgenleri… Anlayışla şöyle bir bakıp geçtiler.


          Saçlarımı kenara çekti, dudakları kulak memelerime değiyordu. Derin bir nefes alıp kokumu içine çekti. Avucumdaki penisin zonkladığını hissettim. Fısıltıyla konuşmaya, sıcak nefesi boynumu yakarak yalamaya  başladığında yine ürperdim.


         -“Öyle güzelsin, öyle hoşsun ki Gül… Göğüslerin ne kadar büyük… Belin incecik… Bacakların uzun… Bu ince siyah çoraplar ne kadar yakışmış uzun bacaklarına… Tam beğendiğim, arzuladığım kadın tipisin. Seninle şu anda sevişebilmek için her şeyimi verirdim.”


         Offf… Sanki benim de ondan kalır yanım var mıydı? Ben de oracıkta yatırıp düzmesi için her şeyimi verebilirdim. Ama yapamazdım. Silkelenip kendimi sırnaşık gövdesinden, elimi sert penisini avuçlatan elinden kurtarıp yana çekildim. Kıpkırmızı olmuştum. Sanki zina yaparken yakalanmış, içimdeki orospu ortaya çıkmış gibi utanç içindeydim. Kahretsin… Ben de istiyordum onu… “Yatır beni… Sik beni” diye bağırmak geliyordu içimden… Ama onun yerine,


         -“Sana söyledim. Yapamam. Evli bir kadınım ben… Kocamı aldatmadım hiç Selim… Bırak beni…” dedim nefes nefese…


         Kalktım, onu oracıkta, kalkmış erkekliğiyle bırakıp hızlı adımlarla alt kata indim. Kendimi tuvalete attım.  Aynada kendime baktım. Gözlerim yarı kapalı, yanaklarım kıpkırmızıydı. Eteğimin altına elimi attım. Külodumdaki ıslaklığı elimle yokladım. Sırılsıklamdı külodum… Parmaklarımı içine soktum. Amımın dudaklarını parmaklarımla sıkıştırıp ovaladım. Klitorisim kabarmış, parmak gibi olmuştu.


         Tuvalet kapısını yumrukladı birileri, söylendiler. Aldırmadım. Sırtımı yaslayıp ayakta kendimi okşadım, içimde kaynayan volkanı bir nebze söndürmeye çalıştım. İskeleye yanaşan vapurun motorlarının gümbürdeyen sesi tuvaletin içinde yankılanırken ben de sesimin duyulmayacağından emin, inleyerek boşaldım.


         Çımacıların, kalabalığın sesleri yükselirken ben de kendime çeki düzen verdim. Dizime düşen ıslak külodumu ve gevşeyen jartiyer çoraplarımı yukarıya çektim, eteğimi indirip düzelttim. Rujumu paslı aynada tazeleyip saçlarımın topuzunu sıkıladım, dışarıya çıktım. Etrafa bakındım, Selim ortalıkta görünmüyordu. Vapurdan inip iskelenin kalabalığına karıştım.



         Kısa bir yürüyüşten sonra işyerime geldim. İkinci kattaki muayenehanenin kapısını anahtarımla açıp içeriye girdim. Camları açıp içeriyi havalandırdım, klimayı çalıştırdım. Sonra oturup bugün gelecek hastaların telefonlarını aramaya, randevularını ertelemeye başladım. Yarım saat sonra işim bitmişti. Akşama kadar yalnızdım. Ne doktorun talimatı, ne hastaların kaprisleri… Doktorun geniş deri koltuğuna yayılıp başımı arkaya yasladım, sabahtan beri yaşadıklarımı düşündüm gözlerim kapalı…


         Ne gündü ama… Sekse aç bedenimde dolaşan sabah banyoda kocamın elleri, otobüste önce kocamın, sonra onun bıraktığı yerden Selim’in taş gibi sertlikleri… Bacaklarımı okşayan eller… Vapurda memelerimde, kalçalarımda, çoraplı bacaklarımda dolaşan sikecek gibi bakan gözleri… Zorla tutturduğu, okşattığı koca penisi…


         Arkama yaslanıp ayaklarımı masanın üzerine koydum. Vapur tuvaletinde yaptığım mastürbasyon bile kesmemişti, yine içim kaynamaya başlamıştı. Sağ elimi bluzumun açılan düğmelerinden göğsüme, diğerini eteğimin altından bacaklarıma götürdüm. Siyah dantel sütyenimin içine soktuğum elimle sol mememi okşayıp ucunu sıkarken, bacaklarımı okşayarak külodumun içine soktuğum elimle de yine kabarıp isteklenen amcığımın dudaklarını okşuyordum.


          

         Tam dudaklarımı ısırarak kendimi yaptığım işe kaptırmıştım ki, hafif zevk inlemelerimle bölünen sessizliğin ortasında masanın üstündeki telefon acı acı çaldı. Telsiz telefonun ekranında bir cep telefon numarası vardı. Yeni hasta olabilir diyerek doğrulup ahizeyi aldım, kulağıma götürdüm. Arayanın sesini hemen tanıdım, O idi. 


         -“Biliyorum, doktor yok ama, ben çok hastayım. Gelsem, sen beni muayene eder misin Gül?” diyordu.


          Numarayı nasıl bulduğuna şaşırdım önce… Sonra telaşlandım. Elimi külodumdan çektim. Tam onu hayal ederken telefonda sesini duymak şoklatmıştı beni… Ne söyleyeceğimi bilemedim. Ve aynı anda kapı çalınmaya başladı. Telefona


         -“Bak, beni rahatsız etme artık Selim… Çalışıyorum, işim var…” diye cevap verirken, kafamda soru işaretleriyle koltuktan kalkıp kapıya yürüdüm. Bir yandan da üstümü düzeltmeye çalışıyordum.


         -“Emin ol, hastayım ben Gül…” dedi yine… “Senin beni muayene etmen lazım. Seni gördükçe bir yerim şişiyor, sertlikler oluşuyor. Lütfen…”


         Onun bu etek altı, tahrik edici esprilerine gülmemek için kendimi zorlarken kapıya gelmiştim. Kulağım telefonda kapıyı ardına kadar açtım.


        Karşımda o vardı, kulağında telefonla…


        Aptallaştım. Bir elimdeki telsiz telefon ahizesine baktım, bir karşımda duran yakışıklı adama… Demek takip etmişti beni fark ettirmeden… Telefon numarasını tabeladan almış olmalıydı. Cesaretine hayran olmuştum. Ve de bana hayranlıkla, arzuyla bakan mavi gözlerdeki anlam yüklü ifadeye…


         -“Sen deli misin?” diyebildim. Davet etmeden içeriye girdi, gözlerini gözlerimden ayırmadan kapıyı arkasından kapadı. Anahtarı yuvasında çevirdi. Karşılıklı duruyorduk.


         -“Deli değilim. Sadece seni istiyorum. Senden cesaret aldım. Senin güzelliğinden, senin istekli hareketlerinden…” dedi boğuk sesiyle… Yaklaştı. Burun burunaydık. Kekeledim,


         -“Ben… Ben… Ne istiyorsun benden? Yapamam… Evliyim ben… Kocam…” diyebildim.


          Hala kendimi frenlemeye, içimdeki azgın kısrağı dizginlemeye çalışıyordum umarsızca… Ne yapacaktım bu arsız yüzsüzle ben… Nereye varacaktı bu işin sonu?





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder